3 Aralık 2012 Pazartesi

Aç Ama Moralli Askerler


İbrahim Çavuş... Balıkesirli bu yiğit delikanlı, Çanakkale alevini söndürmeye koştuktan sonra, oradan Kafkas cephesine, ardından Milli Mücadele derken uzun yıllar sonra dönebilir yurduna, yuvasına.

Bir gün, oğlu sorar, alnı kırışı kırış haritalanmış bu çilekeş Çanakkale gazisine: "Baba! Savaşa giden-gitmeyen alıyor. Sen neden madalya almıyorsun?" İbrahim Çavuş çıkışır: "Oğlum, zahmetli iş. Önce yazı yazdırmak lazım, dilekçe vermek lazım"

Birden boyun damarları kabarır, çakmak çakmak olur gözleri İbrahim Çavuşun: Hadi madalya aldık. Ama maaş ne oluyor!" Öyle ya, mukaddesler için harcanan ömrün en güzel yıllarını, dünyevi hangi değer terazisi tartabilir ki.

Ve bir tokat aşkeder oğluna: "Ben Allah için, Vatan için, Bayrak için, Millet için savaştım... Madalya için, para için değil!"


Son kalemiz Çanakkale'den içeri düşmanı sokmamak için cansıperane mücadele verirken, yanımızda müttefik Almanlar'dan da bir avuç kadar insan vardır. Albay Hans Kannegiesser de bunlardan biridir. Kannegiesser, Gelibolu'da tanıma şansına erdiği mütevazi Anadolu çocuklarına hayran olu ve hatıratında onlar hakkında şu değerlendirmelerde bulunur:

"Pirinç ve ot onlar için lüks sayılır. Acil gıdaları, ihtiyaç olduğu zaman, mendillerinin içine sardıkları birkaç dilim ekmek ve biraz zeytinden ibaretti. Sabahları az birşey yer, akşamları da bir çorba içerler. Genel yiyecekleri ise soğuk olarak bulgurdur."

Aynı zamanda Alman Islah Heyeti mensubu olan Kannegiesser, cephede dolaşırken gözlemlediği bir Osmanlı askerinin "Bu gerçek bir savaş değil, her gün yemek yiyoruz." demesinden de çok etkilenmiştir. Çünkü o askerin Balkan Savaş'ından kötü hatıraları vardır. Orada karınlarını ancak otla doyurabilmişlerdir. Bundan dolayı düşmanın mermisinden çok açlıkla imtihan olmaktan korkmaktadırlar.

Çanakkale, Balkan savaşı kadar olmasa da yokluğun had safhada yaşandığı bir savaştır. Osmanlı ordusunun çoğu malzemesi İstanbul'dan gelmektedir.Düşman denizaltılarının erzak gemilerimize sık sık saldırı düzenlemesi sebebiyle yolculuklar o kadar uzun sürmektedir ki, bazen taşınan yiyecek cepheye ulaşıncaya kadar gemi personeline ancak yetmektedir. Askere verilen yemekler de ağırlıklı olarak bulgur ve un çorbasıdır. Fakat onlar da, cephe gerisinde pişirildiği için, askere ulaşıncaya kadar soğumuş olmaktadır. 

Avustralyalı tarihçi Les Carlyon, Çanakale'de aynı zamanda yoklukla da mücadele eden ordumuzun durumunu şöyle tasvir eder;
"Çok az malzemeleri olduğunu biliyoruz. Giyecekleri yok denecek kadar azdı. Pek çok giyecek dönüşümlü olarak kullanılıyordu. Bazı askerlerin ayakkabıları bile yoktu. Ayaklarında sadece bez parçaları vardı. Atların durumu bile iyi değildi. Ama garip bir şekilde Türk ordusunun morali son derece iyiydi."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder